Yabancı Uyruklu Miras Bırakanın Türkiye’deki Taşınmazlarının İktisabı ve Mirasçılık Belgesi Alınması

miras-hukuku

Yabancı ülke makamları tarafından düzenlenen vasiyetnamelerin ve mirasçılık belgelerinin Türk Mahkemeleri tarafından tanınması mümkün müdür?

Öncelikle belirtmek gerekir ki gerek Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK) gerekse Türk Medeni Kanunu’nda taşınmazlara yönelik münhasır yetkinin Türk Mahkemelerinde olduğu açıkça ifade edilmiştir. Hal böyleyken yabancı ülke makamları tarafından tanzim edilmiş mirasçılık belgelerinin, T.C. hudutları dahilindeki taşınmazların intikaline yönelik tanınması mümkün değildir. Konu,Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12.07.2002 tarihli, 2002/8254 E. ve 2002/9339 K. sayılı kararında “… tanınması istenen veraset belgesi kesinleşmiş mahkeme ilamı niteliği taşımadığı gibi Türk Mahkemeleri’nin münhasır yetkisinde olan gayrimenkullerin intikal ettiğini gösterir biçimde tanınamaz. …” şeklinde değerlendirilmiştir.

Ayrıca MÖHUK’un 38. ve 42. maddesinde yazılı olduğu ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.2009 tarihli, 2009/2-557 E. ve 2009/527 K. sayılı kararı ile ortaya koyulduğu üzere vesayet işlemlerinde Türk Mahkemeleri’nin milletlerarası yetkisi, münhasır yetki olarak kabul edilmiş olduğundan yabancı mahkemeler tarafından hükmolunan vesayete ilişkin kararların tenfizine ve tanınmasına karar verilemeyeceği ortaya koyulmuştur.

Yukarıda anlatılanlar uyarınca, Türkiye’de bulunan taşınmaz malların intikali hususunda Türk Mahkemeleri münhasıran yetkili kabul edildiğinden yabancı ülke makamlarından alınan bir veraset ilamı veya yabancı ülke yasalarına göre tanzim edilmiş bir vasiyetname ile Türkiye’de bulunan taşınmazların mirasçılara intikali mümkün olamayacaktır.

Yabancı Uyruklu Miras Bırakanın Türkiye Bulunan Taşınmazlarının İktisabına ve Mirasçılık Belgesi Alınmasına Dair İşlemler Nelerdir?

5718 sayılı MÖHUK’un 20. maddesi “(1) Miras ölenin milli hukukuna tabidir. Türkiye’de bulunan taşınmazlar hakkında Türk Hukuku uygulanır. (2) Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tabidir. …” şeklindeki düzenlemeyi haizdir. Dolayısıyla bu açık düzenleme karşısında taşınmaz mallara ilişkin Türk Hukuku’nun uygulanacağı şüphesizdir. Hem bu açık kanun maddesi hem de yukarıda açıklandığı üzere yabancı mahkemeler tarafından hükmolunan vesayete ilişkin kararların tenfizine ve tanınmasına karar verilemeyeceğinden yabancı uyruklu miras bırakanın Türkiye’deki taşınmazlarının iktisabı bakımından Türk Hukuku’na göre mirasçılık belgesi alması gerekmektedir.

Konuyla ilgili Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 23.01.2013 tarihli, 2012/7173 E. ve 2013/366 K. sayılı kararında yer alan “… Türk Hukukunda veraset belgesi vermeye yetkili Türk Mahkemesinin, yabancı miras bırakan hakkında yabancı hukuka tabi mirası için veraset belgesi vermeyi engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. …” şeklindeki tespit ile veraset belgelerinin Türk Mahkemelerinden alınmasının mümkün olduğu net olarak hüküm altına alınmıştır.

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, anılan kararı ile yabancı ülke makamlarından alınan bir veraset ilamı veya yabancı ülke yasalarına göre tanzim edilmiş bir vasiyetname ile iktisap edilecek taşınmazlara ilişkin bir yol haritası belirlemiştir. Buna göre ilk derece mahkemesince yapılması gereken işlemler aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  1. Murisin mirasçıları ile arasındaki irsi bağı gösteren vatandaşı oldukları ülke mahkemesi ya da nüfus müdürlüğünce usulüne uygun tanzim edilen ilam ya da nüfus kayıtlarının temini,
  2. Mirasçılık belgesinin hangi mallara (menkul ya da gayrimenkul) ilişkin talep edildiğinin ortaya koyulması,
  3. Devamla menkuller için miras bırakanın milli hukukunun tespit edilmesi, gayrimenkul mallar için ise Türk Hukuku’nun uygulanması,
  4. Mirasın iktisabına yönelik olarak murisin vatandaşı olduğu ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık bulunup bulunmadığının araştırılması (18.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6302 sayılı Kanun ile yabancı uyruklu gerçek kişilerin Türkiye’de taşınmaz edinmesinde karşılıklılık şartı kaldırılmıştır.),
  5. Toplanan delillere göre mirasçılık belgesinin düzenlenmesi.

Özetle, yukarıda anlatılanlar doğrultusunda taşınmaz mallara ilişkin Türk Mahkemelerinin münhasır yetkisi söz konusu olduğundan yabancı yabancı ülke makamlarından alınan bir veraset ilamının veya yabancı ülke yasalarına göre tanzim edilmiş bir vasiyetnamenin tanınması olanağı bulunmamaktadır. Bu belgelerin taşınmazın intikali için yeterli olmadığını ve Türk Mahkemeleri nezdinde taşınmazların intikalini de kapsayacak şekilde bir mirasçılık belgesinin temin edilmesi için Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvuru yapılması gerektiğini söyleyebiliriz.

Vesayet ve Vasi Atanması

Fullscreen capture 11182010 80308 PM

Vesayet nedir?

Vesayet; kanununda sayılan hallerde ergin kişilerin; bazı durumlarda da çocukların, maddi ve yaşamsal menfaatlerinin korunması için işlem ehliyetlerinin sınırlanarak, vesayet makamlarının idaresine bırakılmasını sağlayan bir kurumdur. Kanunda sayılan vesayet organları; vesayet daireleri ile vasi ve kayyımlardır.

Vesayet altına alınmayı gerektiren haller nelerdir?

Vesayeti gerektiren haller zorunlu olarak ortaya çıkabileceği gibi ilgili kendisinin vesayet altına alınmasını isteyebilir. Vesayeti gerektiren haller aşağıdaki gibidir:

* Yaş küçüklüğü: Kural olarak her küçük velayet altında bulunur. Ancak bazı hallerde velayet kaldırılabilir. İşte bu hallerde, yani küçüğün velisi yoksa, o küçüğe vasi atanır.

** Kısıtlama sebepleri: Bu sebepler 4 alt başlık altında toplanmaktadır. Buna göre;

1. Akıl Hastalığı veya Akıl Zayıflığı

Medeni Kanun uyarınca akıl hastalığı veya zayıflığı nedeni ile işlerinin idaresi veya bakım ve korunma için kendisine yardım gereken ya da başkasının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin vesayet altına alınır. Burada her akıl hastalığı veya zayıflığı değil, belli şartlara tabi akıl hastalığı veya zayıflığı halinde kısıtlama söz konusu olacaktır. Bunu kanun koyucu “… işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin …” şeklinde ifade etmiştir.

Kişinin akıl hastalığı veya zayıflığı nedeni ile vesayet altına alınabilmesi için resmi sağlık kurulundan sağlık raporu alınması zorunludur. Bu konu, hakimin takdirinde olmayıp, kanuni bir zorunluluktur. Hakim, karar vermeden önce, kurul raporunu dikkate alarak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilir.

2. Savurganlık, Alkol veya Uyuşturucu Madde Bağımlılığı, Kötü Yaşama Tarzı, Kötü Yönetim

Savurganlığı, alkol veya madde bağımlılığı, kötü yaşam tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi nedeniyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan ve bu nedenle sürekli bakıma ve korunmaya ihtiyacı olan her ergin vesayet altına alınır. Bu nedene dayalı kısıtlılık kararı vermeden verilmeden önce hakim vesayet alına alınmak istenen kişiyi dinlemek zorundadır.

Esasında herkes kendi malvarlığı üzerinde herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın tasarruf yetkisine sahiptir. Sağlıklı bir kişinin, sırf fazla harcama yapıyor diye vesayet altına alınması mümkün değildir. Kanunun bu düzenlemesine göre kişinin vesayet altına alınabilmesi için savurganlığın kötü bir yaşam tarzının sonucu olması veya alkol veya uyuşturucu bağımlılığının söz konusu olması gerekir. Kısıtlama için savurganlığın, kişinin kendisi veya ailesini dara düşürecek boyutlarda olması gerekir.

Konuyla ilgili olarak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından, sürekli kumar oynayan bir kişinin, hem kendisini hem de ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açması halinde kısıtlılığına karar verilebileceğine karar verilmiştir.

3. Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza

Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir ceza alan her mahkum kısıtlanır. Cezanın infazına başladığında bu durum cezanın infazında görevli makam tarafından, vesayet makamına bildirilerek mahkuma vasi atanması sağlanır.

4. İstek üzerine

Medeni Kanun son olarak, ergin kişinin kendi isteği üzerine vesayet altına alınması durumunu düzenlemiştir. Buna göre, ergin kişinin kendisi de yaşlılık, engelli olma, deneyimsizlik veya ağır hastalık gibi nedenlerle işlerini idare edemiyor ve bakıma ihtiyaç duyuyorsa kendisine vasi atanmasını isteyebilir. Akıl hastalığı ve zayıflığında olduğu gibi burada da hakim kısıtlanacak kişiyi mutlaka dinlemelidir.

Vesayet Altına Alınma (Kısıtlanma) Kararını Talep Hakkı Kime Aittir?

Bir kişinin vesayet altına alınmasına ya da kısıtlanmasına mahkeme hükmü vasıtasıyla karar verilir. Bu nedenle uygulamada vesayet ya da kısıtlama talepli başvurular vesayet davası olarak adlandırılır.

Kısıtlama ve vasilik temelde kamu düzenini ilgilendiren bir konuysa da bazı durumlarda kısıtlanacak ya da vesayet altına alınacak kişinin de yararı esas alınmaktadır. Bazı hallerde ise doğrudan kişinin yararı, dolaylı olarak da kamu yararı gözetilmektedir.

Korunmak istenen bu hukuki yarar doğrultusundaki kanun düzenlemesi gereği, herkes bir küçüğün veya erginin vesayet altına alınmasını talep edebilir.

Vesayet Davasında Yetkili ve Görevli Mahkeme ve Vasi Ataması

Kişinin vesayet altına alınması, vasi atanması, vasi değişikliği ve vesayetin kaldırılması konularında görevli ve yetkili mahkeme, küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki Sulh Hukuk Mahkemesi olarak belirlenmiştir.

Sulh Hukuk Mahkemesi, gerekli incelemeler neticesinde en kısa sürede karar vermelidir. İhtiyaç duyulması durumunda, başvuru ile birlikte derhal gerekli önlemleri alarak kısıtlanması istenen kişinin fiil ehliyetini tedbiren geçici olarak kaldırabilir ve ona bir temsilci atayabilir.

Gerek tedbir kararı, gerekse de inceleme sonucunda verilen nihai karar nüfusa bildirilir. Böylece kısıtlılık hali, kişinin nüfus kaydına şerh düşülür. İyi niyetli üçüncü kişilerin, ilandan önce kısıtlı ile yapmış oldukları işlemler etkilenmez.

Ayrıca yasal düzenleme gereği eşin ve hısımların vasi olarak atanmada önceliği bulunmaktadır. Vasiliğe engel bir durum olmadıkça vesayet makamının öncelikle kısıtlı kişiye en yakın bulunan bu şahısları değerlendirmesi gerektiği şüphesizdir.

Kural olarak, vesayet makamının atadığı vasi, bu görevi yerine getirmekle yükümlüdür. Ancak Medeni Kanun, 60 yaşını dolduran, bedensel engel veya sürekli hastalık nedeni ile görevi ifa edemeyen, dörtten çok çocuğun velisi olan, başka birine vasi atanan kimselere ve cumhurbaşkanı, TBMM ve Bakanlar Kurulu üyesi, hakim ve savcı olan kişilere bu görevden kaçınma hakkı tanımıştır. Bununla birlikte kısıtlı olan, kamu hizmetinden yasaklı olan ve haysiyetsiz yaşam süren, vesayet altına alınan kişi ile arasında önemli ölçüde menfaat çatışması ya da düşmanlık bulunan kimselerin ise vasi atanması hiçbir surette mümkün değildir.

Kısıtlanan Kişinin Hukuki Durumu ve Vasinin Görevi, Görevin Sona Ermesi 

Kısıtlanan kişi, sınırlı ehliyetsiz hale gelir. Bu kişiler vasisinin rızası olmadan borç altına giremezlerse de kendilerini borç altına sokmayan işlemlerde rıza aranmamaktadır.

Kişi kısıtlandıktan yani sınırlı ehliyetsiz hale geldikten sonra vasinin iradesi kısıtlının iradesi halini alır. Vasinin atanmasıyla birlikte kısıtlının mallarının bir defteri tutulur, değerleri şeyler güvenli bir yerde saklanır, paralar faiz getirmek üzere yatırılır ve güvenli olmayan yatırımlar güvenli hale getirilir.

Vasilik bir defa atandıktan sonra ömür boyu aynı kişinin yaptığı bir hukuki kurum değildir. Vasilik için kişi 2 yıllığına atanır. Süre dolduktan sonra yeni bir süre verilmezse vasilik görevi sona erer.  Yine vasi kısıtlanırsa veya ölürse vasilik görevi sona erecektir.

İştirak Nafakasının Arttırılması Talebi

images

İştirak nafaka nedir?

Boşanmanın çocuklarla ilgili sonuçlarından biri olan iştirak nafakası, velayet kendisine verilmeyen eş tarafından, müşterek çocuğun yetiştirilmesi, korunması, sağlık, bakım ve eğitim giderleri için eşin mali gücü oranında, velayetin bırakıldığı tarafa ödenen bir nafaka türüdür. Sağlık, eğitim, yiyecek, giyecek, barınma giderleri ile sosyal ve benzeri giderler, iştirak nafakasına konu edilebilir.

Kimler iştirak nafakası talep edebilir?

Türk Medeni Kanunu uyarınca küçüğe fiilen bakan anne veya baba; ayırt etme gücüne sahip olmayan küçük için atanacak kayyım veya vasi ve ayırt etme gücüne sahip olan küçük nafaka talebiyle dava açabilir.

Bununla birlikte, boşanma davası devam ederken velayeti kendisine verilmeyen tarafın iştirak nafakası ödemesi için boşanma davası açan tarafın, iştirak nafakası talep etmesine gerek yoktur. Bu husus kamu düzeninden olduğundan ve hakim yargılama esnasında çocuğun haklarını re’sen savunacağından, ilgililer talep etmeseler dahi şartları oluşmuş ise hakim iştirak nafakasına hükmedebilecektir.

Türk Medeni Kanunu’nun 182/II – III. maddesi uyarınca;

“Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.

Hakim, istem halinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”

şeklinde düzenlenen bu konu, boşanma davası sonucunda velayeti kendisine bırakılan anne ya da babanın, çocuğun bakım ve yetiştirilmesi için mali zorunluluklarını yerine getirmesiyle mükellef olmasının yanı sıra hakimin eş tarafından (talep edilmese dahi) velayetin bırakılmadığı tarafa da mali gücü oranında ve somut olayın şartları gereğince çocuğun bakım ve diğer giderlerine katılma şeklinde söz konusu olan iştirak nafakasına hükmetmesi sonuçlarını doğurmaktadır.

Boşanma davası sırasında talep edilebilen iştirak nafakası, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren ödenmeye başlanırken bu nafaka, boşanma davasından sonra da herhangi bir zamanaşımına tabi olmaksızın kural olarak çocuğun ergin olmasına kadar talep edilebilmektedir. Bu duruma istisna teşkil edecek şekilde, Türk Medeni Kanunu’nun 328. maddesinde ‘’Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.’’ hususu düzenlenmiştir.

Buradan da anlaşıldığı üzere ergin olan çocuk artık yardım nafakası adıyla mahkemeye başvurabilecek, kendisine eğitim süresi boyunca nafaka verilmesini talep edebilecektir.

İştirak Nafakasının Arttırılması Talebi ve Yetkili Mahkeme

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile tespit edildiği üzere, küçük lehine hükmedilen iştirak nafakası, nafakaya hükmedilen dava ile daha sonra ikame edilen artırım davası arasında belli bir sürenin geçmesi, bu sürede doğal olarak ihtiyaçların artması, günün ekonomik koşullarında (enflasyon nedeni ile) paranın alım gücünü yitirmesi ve annenin veya babanın gelirinin nafakaya hükmedilen dava gününe göre artmış olması gibi hususlar esas alınarak arttırılabilir.

İştirak nafakası, boşanma davası içerisinde istenmişse boşanma davasındaki yetki kuralları geçerli olacaktır. Şayet iştirak nafakası boşanma davasından ayrı bir şekilde bağımsız olarak bir davaya konu edilmiş ise yetkili mahkeme, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesidir. Bununla birlikte davalının yerleşim yeri mahkemesi de yetkili kabul edilmektedir.